Erasmus’un son ayı için kendime gidecek bir yerler bakıyordum; tüm hesaplarıma göre gezmek için bana kalan toplam 150 Euro’ydu. Bu parayla bilet alacak, kalacak hostel bulacak ve üç gün gezecek kadar yeterli harçlığı cüzdanıma koyacaktım. O günlerdeki biricik kankitom Easyjet’i açtım ve ucuza bilet alacak iki şehir buldum. Biri Barselona, diğeri Amsterdam.
Bilet işini kampanya ile halletmiştim ama görmek istediğim müzelerin giriş fiyatlarını alt alta topladığımda durum pek de parlak değildi. Ben de birazcık daha uyguna çıkacağım rotayı seçerek, biletlemeyi Barselona’dan yaptım.
Amsterdam ile bir türlü kesişemeyen hikayemiz bundan 5 yıl önce, işte böyle başladı. O günden sonra, değişen bir şey olmadı, tabii ki Amsterdam hiç ucuzlamadığı gibi, daha da pahalılaştı. Bildiğiniz gibi; Türkiye’de çok popüler bir şehir ve ülkemize biraz uzak. Bu yüzden, bilet fiyatları genel olarak çok da ucuz değil. Ayrıca, kıtanın tümünü kalkındıracak derecede yüksek müze giriş fiyatlarıyla her daim göz dolduruyor. Ancak, bir gerçek var ki burası Avrupa’nın en güzel şehirlerinden de biri.
‘Bu listeyi 24 saat içerisinde şehri adımlarken gördüğüm yerler arasından hazırladım. Amsterdam’da 1 ya da 2 gününüz var ve şehrin hiçbir köşesini kaçırmak istemiyorsunuz diyelim; işte o zaman bol yürüyüşlü bu liste tam size göre! Müzeleri, tarihi mekanları ve kafe önerilerini içerecek kapsamlı gezi yazıları içinse Mart ayındaki ikinci baskı seyahatimizi bekleyin!’
Amsterdam’da Mutlaka Görmeniz Gereken Yerler
1. Rengarenk Çiçek Pazarı Bloemenmarkt:
Amsterdam’ın laleleri ile ünlü olduğunu bilmeyen yoktur; zira laleyi ilk bizden mi alıp götürmüşler, hangi ülke lalesiyle biliniyor gibi konular yıllardır, belirli aralıklarda gündem olarak karşımıza çıkar. Sadece rengarenk laleleri değil, Amsterdam’ın tüm çiçek çeşitliliği görmek, hem de boya paletinden hallice bir manzarayla karşılaşmak için şehrin kanal manzaralı çiçek pazarı Bloemenmarkt gidilecek yerler arasında.
Kaynaklarda dünyanın su üzerindeki tek çiçek pazarı olarak geçse de gittiğinizde göreceğiniz yüzerek suda gezen bir pazar değil; su üzerine kurulan sabitlenmiş teraslarda dizilen tezgahlar diyelim. 1800’lü yıllardan beri her gün binlerce kişiyi ağırlayan çiçek pazarı, turistik bir nokta olmakla beraber bazı saatler çok kalabalık. Bu yüzden, sabahın erken saatlerinde gitmek iyi bir fikir. Gözünüze hoş gelen tüm tezgahları gezdikten sonra, mis kokuları takip edip 2 Euro’ya satılan Stroopwaffle’lardan yemeyi unutmayın. Tazeyken ayrı güzeller!
2. Instagram’da Sıkça Karşımıza Çıkan Pluk:
Kocaman pastaları, çilekli turtaları ve pofuduk pankekleri ile Instagram’da sıkça karşımıza çıkan Pluk, Amsterdam’ın en ünlü kafelerinden biri. Mekanda sağlıklı alternatiflerin yanı sıra konsepte uygun ev eşyaları ve aksesuarlar da satılıyor. Sabah ve öğlen saatlerinde müşterisi bol; ancak şehirdeki yürüyüş rotanız esnasında bir kahve molasını buraya denk getirip birkaç dakika soluklanmak hiç de fena fikir değil. Ben, özellikle mutfak kategorisindeki ürünlerini çok beğendim; en azından ortamı görmek için uğramanızı tavsiye ederim.
3. Raamgracht’ın Amstel Nehri ile Birleştiği Groenburgwal:
Amsterdam sokaklarını gezerken gitmeniz gereken bir nokta da Staalstraat. Burada yürürken, Raamgracht kanalının Amstel Nehri ile birleştiği Groenburgwal kanalına vardığınızda Zuiderkerk Kilisesi’nin olduğu tarafa bakın. 17. yüzyıldan kalma Protestan kilisesi, kanal görüntüsünü ortalayan hizasında bugün şehrin en kartpostallık manzaralarından birini sunuyor.
Tesadüfen bulunmuş bir yer de değil üstelik; bu manzara Fransız empresyonist Caude Monet tarafından da tam 13 kez resmedilmiş. Monet; bu manzarayı tablolarına yansıtabilmek için kanalın tam olarak bu noktasında dururmuş. Eh, Monet’nin izinden gitmek için adresiniz belli. Bir de kanal çevresindeki ağaçların yeşillendiği bahar aylarında yolunuz buralara düşerse sizden şanslısı yok demektir!
4. Kanal Manzaralı Kurabiye Evleriyle Damrak:
Amsterdam Centraal tren istasyonundan şehrin merkezi Dam Meydanı’na yürürken Damrak Caddesi’nden de geçiyorsunuz. Bir zamanların ticaret merkezi Damrak, kafeleri ve mağazaları ile şehirdeki en turistik noktalardan biri ve Damrak Kanalı da konumunun merkeziliğinden dolayı, kanal turlarının başlangıç noktaları arasında en çok tercih edileni. Damrak’ı tüm turistikoluğuyla bu listeye almamın nedeni ise bunlardan hiçbiri değil. 🙂
Bundan yıllar önce Amsterdam’ın zenginleri tarafından yaptırılan havalı evler, günümüzde şehrin en enteresan manzaralarını sunuyor; çünkü maalesef evlerin altında bulunan kazıklar bataklığın oynak yapısına dayanamadığı için zamanla eğilmiş, biraz da suyun içine doğru girmiş. Kanalın karşı tarafından rahatlıkla görebileceğiniz bu ince uzun evler Dancing House olarak anılıyor. Hafif eğimli pencereleri ve sanki her an biraz daha kayacakmış gibi duran yapılarıyla gözleri bozmaya, astigmatları coşturmaya aday olsa da şehrin tüm hediyeliklerine sembol olan mimarileri ile görülecekler listesinde mutlaka yer almalı.
5. Yeşilliği ile Nefes Kesen Vondelpark:
Van Gogh, Rijk ve Stedelijk müzelerinin bulunduğu Museumplein’in yürüyerek 10 dakika uzağındaki Vondelpark, Amsterdam’ın bol kanallı sokaklarından sonra bambaşka bir dünya. Sadece şehrin değil, Hollanda’nın da en büyük parkı olan Vondelpark, her yıl 10 milyonun üzerinde ziyaretçi ağırlıyormuş. Soğuk kış günlerinde bile misafiri eksik olmayan, her an cıvıl cıvıl olan parkta kimileri koşarken, kimileri kuşları besliyor, bazıları köpekleriyle oynarken, bazıları da bisikletiyle antrenman yapıyor.
Girişte sizi karşılayan yemyeşil doğası, kuşu ve ördeği eksik olmayan gölüyle gözlerinizden kalpler çıkartan, biraz da kıskandıran bu parkta yapılacak en güzel şeylerden biri ise; güneşli Pazar sabahının keyfini bir Amsterdamlı gibi bisikletinize atlayıp burada sürmek! Aslında düşündüm de, marketten alınacak atıştırmalıklarla çimlerin üzerinde piknik yapmak da baya çekici.
6. Yedi Köprülü Reguliersgracht:
Amsterdam’da 165 kanal ve Venedik’ten daha çok köprü olduğunu gitmeden okumuştum; hepsini görebilmek tabii ki mümkün değil. Ama bazıları var ki asla es geçilmemeli. Onlardan biri de Reguliersgracht kanalı. Reguliersgracht’ın Herengracht’ı kestiği yerde durduğunuzda, kanalın üzerindeki 7 köprüyü arka arkaya görebiliyorsunuz. Zaten burası 7 Köprülü (Seven Bridges) kanal olarak biliniyor. Reguliersgracht’ın bir diğer güzelliği de kemerli köprü yapısı sayesinde kazandığı nostaljik hava.
7. Pazarlarıyla ünlü Jordaan:
17. yüzyılda işçi sınıfı ile göçmenlerin kısıtlı imkanlarla yaşadığı Jordaan semti, 1920’lerden itibaren büyük bir değişim içine giriyor. 70’lerin sonrasında hükümetin kararıyla yeniden yapılandırılan semt, günümüzde öğrencilerin, sanatçıların ve beyaz yakalıların yaşadığı popüler bir bölge.
Haliyle, ekonomik olarak da eski zamanlarından eser yok. Bir zamanların ekonomisi bozuk, kelimenin tam anlamıyla ‘fakir’ semti, şu an şehrin lüks bölgelerinden birini oluşturuyor. Jordaan’ın renkli konsept kafeleri kadar, pazarları da meşhur. Özellikle Pazartesi ve Cumartesi günleri kurulan ikinci el ürün ve organik gıda pazarlarıyla Noordermarkt’ın bayrağı önde taşıdığı söylenebilir. Jordaan’a gitmişken, bol bisikletli Brouwersgracht kanalına da uğramayı unutmayın.
8. Bilderdijkstraat’ta Yer Alan Huzurlu Çiçekçimiz Wildernis:
Instagram’da görüp görüp iç geçirdiğim Amsterdam mekanlarından biri de Wildernis. Burası aslında bir çiçekçi, giderseniz taze demlenmiş bitki çaylarından (2 Euro) sipariş edip ortak masada günün yorgunluğunu atmayı unutmayın. Wildernis’te hepsini eve taşımak isteyeceğiniz bitki çeşitlerinin yanı sıra konsepte uygun defterler, kitaplar da satılıyor. Göz atmayı unutmayın! Mekanın wifi da var. 🙂
9. Anne Frank’ın Evinin de Bulunduğu Prinsengracht:
Anne Frank’ın Evi müzesi Amsterdam’da görmek istediğim ilk üç yerin içinde, ilk gezi tamamen sokakta yürüyüş komasından oluşunca yine de gidip yerini görmek istedim. İyi ki de gitmişim! Müzenin hemen yamacında bulunduğu Prinsengracht kanalı, Amsterdam’ın UNESCO koruması altındaki üç ana kanalından biri. Harika manzarasının yanı sıra, şehrin en popüler kafelerinden Papeneiland’ı da burada görebilirsiniz.
10. Museum Quarter’daki Rijkmuseum:
Museumplein’de mimariyle göz kamaştıran Rijkmuseum, Hollanda’nın ulusal sanat ve tarih müzesi. Van Gogh ve Stedelijk müzelerine komşu olan Rijkmuseum’un Hollandalı sanatçılardan oluşan geniş arşivini bir yana alırsak, mimari açıdan da Amsterdam’ın sembollerinden biri olduğunu kabul etmek gerek. Her gelenin önünde, harflerinin içinde ya da üzerinde bir pozu olduğu, hatta Amsterdam’a gelişin kanıtı olan I Amsterdam yazısı da Rijkmuseum’un hemen önünde yer alıyor. Kış aylarında, bu yazının karşısında bir buz pisti kuruluyor ve pistle birlikte 1885 yılında açılan bu müze, Amsterdam’ın en güzel manzaralarından birini oluşturuyor.
Amsterdam’dan ilk önerilerim şimdilik böyle. Bu yazının yanı sıra Instagram’daki diğer Amsterdam notlarımı ve fotoğraflarımı görmek için beni @nesemcelikkaya profilinden takip edebilir, #journavelamsterdam etiketine göz atabilirsiniz. Herkese iyi yolculuklar, geziniz burada gördüğünüzden de renkli geçsin!